TBMM’nin İlk Çıkardığı Kanun: Ulusun Yeniden Doğuşunun Sessiz Tanığı
Selam dostlar,
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu, sadece tarih kitaplarının sayfalarında değil, bu toprakların ruhunda da yaşayan bir dönüm noktası. Hani bazı olaylar vardır ya, bir milletin kaderini değiştirir; işte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk çıkardığı kanun da tam olarak öyle bir hikâyenin başlangıcıdır. 1920’nin o çalkantılı günlerinde, savaşın tozu dumanı içinde alınan bir karar, sadece bir yasa değil; bir milletin yeniden var olma iradesinin ifadesidir.
Tarih Sahnesinde Bir Başlangıç: 29 Nisan 1920
TBMM 23 Nisan 1920’de açıldığında, ülke dört bir yandan işgal altındaydı. Meclis’in ilk işi, halkın güvenini kazanmak ve otoritesini sağlamlaştırmaktı. Henüz birkaç gün geçmişti ki, 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” (Vatana İhanet Kanunu) çıkarıldı. Bu kanun, adından da anlaşılacağı gibi, yeni kurulan meclisin en büyük önceliğini ortaya koyuyordu: vatanın birliğini korumak.
Kanunun özünde, Kurtuluş Savaşı’na karşı gelenleri, işgalcilerle işbirliği yapanları ve Meclis’in otoritesine başkaldıranları cezalandırmak vardı. Çünkü o dönemde sadece cephede değil, fikirlerde de bir savaş vardı. İstanbul’daki hükümet hâlâ padişah adına kararlar alırken, Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları halkın egemenliğini esas alan yeni bir düzen kuruyordu. İki otorite, iki gelecek, iki Türkiye vizyonu...
Bir Milletin Korkuları ve Umudu
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun doğuşu, bir korkunun ve bir umudun kesiştiği noktadaydı. Bir yanda işgale boyun eğenler, diğer yanda “Ya istiklal, ya ölüm” diyenler vardı. Meclis bu kanunla şunu ilan etti:
> “Bu topraklarda artık vatanın kaderini yalnızca milletin meclisi belirler.”
Bu yasa, sadece bir cezalandırma aracı değildi; bir kimlik beyanıydı. Vatanı savunmak artık sadece askerin değil, her vatandaşın görevi haline gelmişti.
O dönemin halk hikâyeleri bu ruhu canlı biçimde taşır. Anadolu köylerinde kadınlar cephane taşırken, erkekler cephedeydi. Ancak asıl dikkat çeken, halkın meclise olan güveniydi. Bir köylü kadının dediği gibi:
> “Oğlum savaşta, ama Meclis var ya, içim rahat.”
Kadınların Duygusal Dayanışı, Erkeklerin Pratik Mücadelesi
Bu noktada dönemin toplumsal dokusuna da bakmak gerek. Erkekler cephedeydi; strateji, mühimmat, savunma, saldırı — hep sonuç odaklı bir mücadele veriliyordu. “Nasıl kazanırız?” sorusu, erkek aklının en baskın motivasyonuydu.
Kadınlarsa daha farklı bir cephedeydi. Onların mücadelesi daha görünmez ama bir o kadar da kutsaldı. Kanunların, bildirilerin, savaşların ötesinde, moral cephesinde savaşıyorlardı. Kadınlar için Hıyanet-i Vataniye Kanunu, “bizim emeğimizi hiçe sayanlara karşı bir güvence” anlamına geliyordu. Çünkü onlar, bu ülkenin yeniden doğuşunun hem tanığı hem taşıyıcısıydı.
Erkekler “vatan” derken, kadınlar “evlat” diyordu; ama aslında ikisi de aynı şeyi savunuyordu: geleceği.
Verilerle Bakıldığında: TBMM’nin İlk Kanunu Neden Hayatiydi?
Tarihçiler, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun sembolik değil, stratejik bir hamle olduğunu vurgular. O dönemde Anadolu’nun 15 vilayetinde padişah yanlısı isyanlar patlak vermişti. Bu isyanlar, cephe gerisinde direnişi zayıflatıyor, moral bozukluğu yaratıyordu.
Veriler gösteriyor ki, 1920’nin ortalarına kadar çıkan isyanların %70’i doğrudan işgal güçleriyle bağlantılıydı. TBMM, bu kanun sayesinde iç güvenliği sağladı ve orduya moral desteği verdi. Kısacası, Hıyanet-i Vataniye Kanunu, cephedeki zaferlerin ön koşulunu oluşturdu.
Ayrıca bu kanun, ileride çıkarılacak olan İstiklal Mahkemelerinin hukuki temelini oluşturdu. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk anlayışının ilk adımları bu metinde atıldı.
Bir Hikâye: Kayseri’den Ankara’ya Uzanan Sadakat
1920 yazında Kayseri’de küçük bir köyde yaşayan Ali Efendi, Meclis’in çıkardığı bu kanunu duyduğunda oğlunu cepheye göndermişti. Köyde bazı kişiler, “Boşuna savaşmayın, padişah affedecek” diyordu. Ali Efendi, bir gün köy meydanında toplananlara şöyle seslendi:
> “Affeden değil, vatanı savunan kurtarır.”
O söz, sadece bir köylünün tepkisi değildi; Anadolu insanının ruh halinin bir yansımasıydı. Meclis’in kanunu, Ali Efendi gibi binlerce insana güç vermişti.
Bir Milletin Hukukla Yeniden Doğuşu
Bu kanun, modern Türkiye’nin temellerini atan en kritik adımlardan biriydi. Çünkü artık yasa, saraydan değil; halkın seçtiği temsilcilerden geliyordu. Yani egemenlik, yazılı hale gelmişti.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu, sadece “ihaneti cezalandırma” kanunu değildi. Aynı zamanda “milletin egemenliğini koruma” belgesiydi. Bu yönüyle, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün ilk somut göstergesi sayılabilir.
Bugüne Yansıyan Dersler
Bugün hâlâ o dönemin ruhunu yaşatan çok şey var. Kriz anlarında, ulusal birlik çağrıları, dayanışma duygusu ve meclisin önemi, hep o ilk kanunun ruhunu taşır.
Kadınlar bugün de duygusal dayanışma ağları kuruyor; erkekler pratik çözümler üretmeye devam ediyor. Ancak artık her iki bakış açısı da birbirini tamamlıyor. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun özü de buydu zaten: birlikte var olma iradesi.
Forumdaşlara Sorular
- Sizce bugün “vatan hainliği” kavramı, o dönemdeki anlamını koruyor mu?
- Meclisin ilk kanununun “ihanet” üzerine kurulması, sizce bir travmanın mı yoksa bir kararlılığın mı göstergesiydi?
- Kadın ve erkeklerin o dönemdeki farklı ama tamamlayıcı rollerini, bugünün Türkiye’sinde hâlâ görebiliyor muyuz?
Yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum dostlar…
Bu sadece bir tarih konusu değil; hepimizin kim olduğuna dair derin bir hikâye.
Selam dostlar,
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu, sadece tarih kitaplarının sayfalarında değil, bu toprakların ruhunda da yaşayan bir dönüm noktası. Hani bazı olaylar vardır ya, bir milletin kaderini değiştirir; işte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk çıkardığı kanun da tam olarak öyle bir hikâyenin başlangıcıdır. 1920’nin o çalkantılı günlerinde, savaşın tozu dumanı içinde alınan bir karar, sadece bir yasa değil; bir milletin yeniden var olma iradesinin ifadesidir.
Tarih Sahnesinde Bir Başlangıç: 29 Nisan 1920
TBMM 23 Nisan 1920’de açıldığında, ülke dört bir yandan işgal altındaydı. Meclis’in ilk işi, halkın güvenini kazanmak ve otoritesini sağlamlaştırmaktı. Henüz birkaç gün geçmişti ki, 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” (Vatana İhanet Kanunu) çıkarıldı. Bu kanun, adından da anlaşılacağı gibi, yeni kurulan meclisin en büyük önceliğini ortaya koyuyordu: vatanın birliğini korumak.
Kanunun özünde, Kurtuluş Savaşı’na karşı gelenleri, işgalcilerle işbirliği yapanları ve Meclis’in otoritesine başkaldıranları cezalandırmak vardı. Çünkü o dönemde sadece cephede değil, fikirlerde de bir savaş vardı. İstanbul’daki hükümet hâlâ padişah adına kararlar alırken, Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları halkın egemenliğini esas alan yeni bir düzen kuruyordu. İki otorite, iki gelecek, iki Türkiye vizyonu...
Bir Milletin Korkuları ve Umudu
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun doğuşu, bir korkunun ve bir umudun kesiştiği noktadaydı. Bir yanda işgale boyun eğenler, diğer yanda “Ya istiklal, ya ölüm” diyenler vardı. Meclis bu kanunla şunu ilan etti:
> “Bu topraklarda artık vatanın kaderini yalnızca milletin meclisi belirler.”
Bu yasa, sadece bir cezalandırma aracı değildi; bir kimlik beyanıydı. Vatanı savunmak artık sadece askerin değil, her vatandaşın görevi haline gelmişti.
O dönemin halk hikâyeleri bu ruhu canlı biçimde taşır. Anadolu köylerinde kadınlar cephane taşırken, erkekler cephedeydi. Ancak asıl dikkat çeken, halkın meclise olan güveniydi. Bir köylü kadının dediği gibi:
> “Oğlum savaşta, ama Meclis var ya, içim rahat.”
Kadınların Duygusal Dayanışı, Erkeklerin Pratik Mücadelesi
Bu noktada dönemin toplumsal dokusuna da bakmak gerek. Erkekler cephedeydi; strateji, mühimmat, savunma, saldırı — hep sonuç odaklı bir mücadele veriliyordu. “Nasıl kazanırız?” sorusu, erkek aklının en baskın motivasyonuydu.
Kadınlarsa daha farklı bir cephedeydi. Onların mücadelesi daha görünmez ama bir o kadar da kutsaldı. Kanunların, bildirilerin, savaşların ötesinde, moral cephesinde savaşıyorlardı. Kadınlar için Hıyanet-i Vataniye Kanunu, “bizim emeğimizi hiçe sayanlara karşı bir güvence” anlamına geliyordu. Çünkü onlar, bu ülkenin yeniden doğuşunun hem tanığı hem taşıyıcısıydı.
Erkekler “vatan” derken, kadınlar “evlat” diyordu; ama aslında ikisi de aynı şeyi savunuyordu: geleceği.
Verilerle Bakıldığında: TBMM’nin İlk Kanunu Neden Hayatiydi?
Tarihçiler, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun sembolik değil, stratejik bir hamle olduğunu vurgular. O dönemde Anadolu’nun 15 vilayetinde padişah yanlısı isyanlar patlak vermişti. Bu isyanlar, cephe gerisinde direnişi zayıflatıyor, moral bozukluğu yaratıyordu.
Veriler gösteriyor ki, 1920’nin ortalarına kadar çıkan isyanların %70’i doğrudan işgal güçleriyle bağlantılıydı. TBMM, bu kanun sayesinde iç güvenliği sağladı ve orduya moral desteği verdi. Kısacası, Hıyanet-i Vataniye Kanunu, cephedeki zaferlerin ön koşulunu oluşturdu.
Ayrıca bu kanun, ileride çıkarılacak olan İstiklal Mahkemelerinin hukuki temelini oluşturdu. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk anlayışının ilk adımları bu metinde atıldı.
Bir Hikâye: Kayseri’den Ankara’ya Uzanan Sadakat
1920 yazında Kayseri’de küçük bir köyde yaşayan Ali Efendi, Meclis’in çıkardığı bu kanunu duyduğunda oğlunu cepheye göndermişti. Köyde bazı kişiler, “Boşuna savaşmayın, padişah affedecek” diyordu. Ali Efendi, bir gün köy meydanında toplananlara şöyle seslendi:
> “Affeden değil, vatanı savunan kurtarır.”
O söz, sadece bir köylünün tepkisi değildi; Anadolu insanının ruh halinin bir yansımasıydı. Meclis’in kanunu, Ali Efendi gibi binlerce insana güç vermişti.
Bir Milletin Hukukla Yeniden Doğuşu
Bu kanun, modern Türkiye’nin temellerini atan en kritik adımlardan biriydi. Çünkü artık yasa, saraydan değil; halkın seçtiği temsilcilerden geliyordu. Yani egemenlik, yazılı hale gelmişti.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu, sadece “ihaneti cezalandırma” kanunu değildi. Aynı zamanda “milletin egemenliğini koruma” belgesiydi. Bu yönüyle, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün ilk somut göstergesi sayılabilir.
Bugüne Yansıyan Dersler
Bugün hâlâ o dönemin ruhunu yaşatan çok şey var. Kriz anlarında, ulusal birlik çağrıları, dayanışma duygusu ve meclisin önemi, hep o ilk kanunun ruhunu taşır.
Kadınlar bugün de duygusal dayanışma ağları kuruyor; erkekler pratik çözümler üretmeye devam ediyor. Ancak artık her iki bakış açısı da birbirini tamamlıyor. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun özü de buydu zaten: birlikte var olma iradesi.
Forumdaşlara Sorular
- Sizce bugün “vatan hainliği” kavramı, o dönemdeki anlamını koruyor mu?
- Meclisin ilk kanununun “ihanet” üzerine kurulması, sizce bir travmanın mı yoksa bir kararlılığın mı göstergesiydi?
- Kadın ve erkeklerin o dönemdeki farklı ama tamamlayıcı rollerini, bugünün Türkiye’sinde hâlâ görebiliyor muyuz?
Yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum dostlar…
Bu sadece bir tarih konusu değil; hepimizin kim olduğuna dair derin bir hikâye.